Doğum, yaşam ve ölüm döngüsü içerisinde yaşadığınız dünya ne kadar? Evle iş arasındaki yol ve her sene tatile gidilen yerden mi ibaret?
Ülkenizde ya da üzerinde bulunduğunuz gezegende başka nasıl hayatlar var bir fikriniz var mı? Bu hayatlara karşı bir sorumluluk hissediyor musunuz?
İnsanlar çoğunlukla nereden, nasıl geldiğimiz konusunda kafa yorup teoriler üretirken, asıl önemli olanı kaçırıyorlar. Her nasılsa bu dünyaya geldik ama peki nereye gidiyoruz?
Bu soruya cevap olacak nitelikte çekilen iki önemli belgesel var, Ron Fricke’in yönetmenliğini ve Mark Magidson’ın yapımcılığını üstlendiği 2011 yapımı anlatımsız/yorumsuz belgesel film Samsara ve Fransız fotoğrafçı Yann Arthus-Bertrand‘ın yönettiği 2009 yapımı Yuva (Home). Her iki belgeselde yaşadığımız dünyaya yaptıklarımızla ilgili gerçekleri anlatmakla kalmıyor insanın yüzüne adeta bir tokat gibi çarpıyor.
Bu iki belgeseli sizlerin izlemesini istediğim için detaylarına girmeyeceğim. Sadece birer cümle ile; Yuva belgeseli “Yaşam yaklaşık 4 milyar yıl önce ortaya çıktı; biz insanlarsa yalnızca 200 bin yıl önce. Yine de yaşam için temel olan dengeyi alt üst ettik. Bu sıra dışı hikayeyi iyi dinle, bu senin hikayen ve sonunu yazmak senin elinde.” uyarısıyla giriş yaparken, Samsara tüm bu gerçekleri inanılmaz bir görsel anlatımla tek kelime etmeden yüzümüze vuruyor.
Yaptıklarımızı gördükten sonra anlıyoruz ki, dünya bize rağmen hayatta kalabilmek için bizim virüs adını verdiğimiz bağışıklık sistemini çaresizce devreye sokuyor. Çaresizce diyorum çünkü onun her hamlesine karşılık insanoğlunun da bir karşı hamlesi oluyor. En azından şimdilik!
Son hamle ise bizi birkaç ay eve kapatarak, ekonomiden sosyal hayata her alanda etkileyen ve daha şimdiden yeni dünya düzeni hakkında yorumlar yapılmasına, oysa sadece bir maske ve biraz temizlik ile önüne geçebileceğimiz ve aşısı bulunduktan sonra da tamamen risk olmaktan çıkacak ve her zaman olduğu gibi insanların bu süreçte yaşadıklarını unutacağı zamanlara sebep olan Covid-19 virüsü. Peki dünyanın bir sonraki hamlesi ya bu kadar kolay ve ucuz tedbirlerle önlenemeyecek düzeyde olursa?
Eşini, dostunu, komşusunu, kendini korumak için maske bile takmayan insanlardan dünyayı umursamalarını istemek fazla mı iyimser bir beklenti? Kendimize, yediklerimize içtiklerimize yaptıklarımızdan sonra kaçınılmaz son olan obeziteden kurtulmak için midemize kelepçe takmak yerine o kelepçeleri beynimize takarak bir çözüme ulaşabiliriz belki. Hırslarımızı, samimiyetsizliğimizi, acımasızlığımızı, umursamazlığımızı engelleyecek bir kelepçe. Yaklaşık bir milyar insan temiz suya ulaşamazken bizim elimizdeki kaynakları boşa tüketmemizi engelleyecek, askeri harcamalara bir dur diyecek, Her dört memelinden birinin, her sekiz kuştan birinin, her üç amfibiden birinin bizim yüzümüzden yok olma tehlikesi altında kalmasını önleyecek bir kelepçe.
Şunu hiç düşündünüz mü; Sizin bir menüden yemek beğenip seçene kadar harcadığınız sürede dünyada kaç çocuk açlıktan ölüyor? Ben size rakamları vereyim siz kendi hesabınızı yapın.
- Dünyada açlık sorunu yaşayan insan sayısı yaklaşık 800 milyon.
- Her yıl yaklaşık 3.1 milyon çocuk beslenme yetersizliğinden ölüyor.
- Gelişmekte olan ülkelerdeki 66 milyon ilkokul çağındaki çocuk aç olarak derslere katılıyor.
- Dünya genelinde, yetersiz beslenme sebebiyle beş yaşından küçük yaklaşık 151 milyon çocuğun bodur olduğu tahmin edilmektedir. (UNICEF, WHO ve Dünya Bankası, 2018).
- Büyük çoğunluğu Asya ve Afrika’da olmak üzere 5 yaşın altındaki 99 milyon çocuk olması gereken kilonun çok altındadır.
(Kaynak: https://www.worldhunger.org/world-child-hunger-facts/ )
- Bu yıl şu ana kadar açlıktan ölen toplam insan sayısı 4.179.161.
Bu tabloya rağmen;
- Aynı dünyada 1,5 milyarın üzerinde aşırı kilolu, 750 milyonun üzerinde obez insan olması,
- 2020 yılında şu ana kadar yaklaşık 600 milyon ton gıdanın çöpe gitmesi,
- Silahlanma harcamaları…
Anlaşılır gibi değil.
Hayatta kalma iç güdümüz çok fazla. Bu sebeple hem kendi türümüze hem diğer türlere ve hem de yaşadığımız dünyanın kendisine her türlü zararı veriyoruz. Yine aynı güdü ile yaşam süremizi uzatarak, doğal seçilimin önüne geçerek artık neredeyse beslenemez bir sayıya ulaştırdık kendimizi. Gıda ekonomisi adı altında da başta su olmak üzere diğer tüm kaynakları tüketiyoruz. Sadece et üretimi için kullanılan su miktarı 2020 yılının ilk yarısında 900 milyar tonun üzerinde. Verimli tarım arazileri hızla yine bizim ellerimizle yok oluyor. Daha hızlı üretim yaparak nüfusu besleyebilmek için bitki ve hayvan genetikleri ile oynamak dâhil her yolu deniyoruz. Bir parçalar bütünü olan ekolojik sisteme bu kadar müdahale edip onun yıkılmadan kalacağını düşünmek sadece aptalca bir iyimserlikten başka bir şey olmaz.
Tüm bu olumsuz tabloya rağmen, sadece bir maske takarak kendisinin, eşinin, dostunun, komşusunun vb. sağlığını koruyabilecekken bunu bile yapmayan birinden hiç görmediği, varlığından bile haberdar olmadığı kişilerin sağlığını düşünmek, Onlar için, yaşadığı dünya için dolayısıyla hem kendi hem de çocuklarının geleceği için bir şeyler yapmasını beklemek de benim aptalca iyimserliğim olsun.





Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.