“Başarmak zorunda değilsiniz ama denemek zorundasınız. Aksi halde hiç bir şeyden şikayet etmeye hakkınız yok. Çünkü nasıl bir hayat yaşayacağınıza sadece siz karar verebilirsiniz.”
Evet, hayat adil değil. Tarihin hiç bir döneminde de olmadı. Bugün de aynı şekilde imkanlarını eşit dağıtmıyor. Ulaşılan bu teknolojik seviyeye rağmen, yaklaşık iki milyar insanın, en önemli yaşam kaynaklarından biri olan temiz suya bile düzenli olarak erişimi bulunmuyor. Peki bu “hayatın adaletsizliği mi” yoksa bu yaşam biçimini seçen insanların belirlediği yolun getirdiği sonuç mu? Tabi ki “hayat adil değil” demek, sorumluluğu üzerinden atmak her zaman daha kolay. Çünkü , eğer kabullenirsek sorumluluğu da almamız gerekecek ve bu, rahatımızı bozmak demek. Peki biz ne yapıyoruz. Sosyal medyada duygusal içerikli ve duyarlılığımızı ifade eden bir paylaşım yapıp arkamıza yaslanıyoruz, ardından da sahte vicdani huzura bırakıyoruz kendimizi. Oysa o elimizdeki cihazlarla yine sadece birkaç tuşa dokunarak, en azından sosyal sorumluluk projelerine maddi manevi ufak destekler sağlayabiliriz. Ama bunu tercih etmiyoruz, acaba o paylaşımda yazdıklarımız samimi olmadığı için olabilir mi bu tercihi yapmamamız?
En başta kendimize samimi hatta dürüst değiliz. Bu yüzden her Pazartesi diyete ya da spora başlıyor, Salı günü bırakıyoruz. Evlerimiz bir heves alıp kullanmadığımız cihazlar, aletler ve okumadığımız kitaplarla dolu. Bir dönem sırtında gitarla gezen insanlar vardı, başka bir dönem boynunda fotoğraf makinesi asılı insanlar. Sahi ne oldu o gitarlara, fotoğraf makinelerine. Evinizin bir yerlerinde unutulmuş duruyorlar değil mi? Tutku olmayınca her şey yarım kalıyor.
Çünkü istiyoruz ki gitarı elimize alınca hemen Rodrigo çalmaya başlayalım, fotoğraf makinesini alınca hemen en güzel fotoğrafı çekelim. Oysa ne güzel söylemişti üstat “En iyi makina en iyi fotoğrafı çekseydi, en iyi daktiloya sahip olan en iyi romanı yazardı.”.
Hayat ve başarı hikayelerini gıptayla okuduğumuz, zorluklar içerisinde, sıfırdan başlayarak adlarını saygıyla anılır hale getiren insanlar var. Hepimizin bildiği böyle bir çok isim mevcut ama ben detaylara girmeden biraz daha güncel ve daha bizden olan birkaç isimden bahsetmek istiyorum. Dilerseniz siz detay bilgilere kolayca ulaşabilirsiniz.
“Serebral palsi” hastalığı nedeniyle ellerini ve ayaklarını kullanamayan, burnuyla kullandığı bilgisayarında yazdığı “Herkes Beni Engelli Sanıyo!” adlı kitabını tam yedi yılda tamamlayan, Aydın’ın Efeler İlçesi’nde yaşayan Mustafa Erol.
Ülkemizin maddi imkanlar dahilinde geri kalmış şehirlerinin birinde hem okuyup hem çobanlık yaparken, TEOG sınavlarının ikincisinde 120 sorunun tamamına doğru yanıt vererek Türkiye birincilerinden biri olan ve en prestijli kolejlerden birine devam eden Mahir Gündoğdu,.
İstenmeyen çocuk olup evlatlıktan reddedilen, bir çiftçinin yanına yanaşma verilen, kardeşi tarafından zehirlenmek istenen, kalacak yeri olmadığı için çalışmak için geldiği Ankara’da umumi tuvalette yatıp kalkan ve şimdi İngiltere’de kapısında kuyruk eksilmeyen restoranlar zinciri sahibi Hüseyin Özer.
Evet! Hayat sunduğu imkanlar konusunda adil değil. Hiçbir zaman da olmayacak. Ancak pes etmemenin, her başarısızlıktan bir ders almanın ve yola bu derslerle devam etmenin, çok çalışmanın her zaman bir karşılığı olacak. Tüm başarı hikayelerinin ortak noktasında da bunlar vardır; pes etmemek, ders alarak yoluna devam etmek, kendine inanmak ve en önemlisi tabiri caizse eşek gibi çalışmak. Gerisi sadece laf kalabalığıdır.
Peki başarı hikayelerini okuduğumuz, hatta günümüzde belki de başarılarına şahit olduğumuz bu insanlarla ortak ve eşit neye sahibiz? Cevap basit “zaman”.
Hepimizin bir günde 24 saati, yani 1.440 dakikası, diğer bir değişle 86.400 saniyesi var. Farkı yaratansa bu zamanı kullanma biçimimiz.
Sosyal medyada boşa geçirilen zaman gibi, televizyon başında boşa geçirilen zaman gibi bugüne kadar sarf ettiğimiz sözlerden uzak kalarak ben şunu sormak istiyorum: Corona virüsü salgını neticesinde evde çalışmak zorunda kalarak, şehrine göre değişmekle birlikte bugüne kadar yollarda geçirdiğiniz ama artık size ait olan ortalama 1 ila 2 saati şimdi nasıl değerlendiriyorsunuz? İlk işiniz alarmı bir saat ileri almak mı oldu? En basitinden hala mı kitap okumaya, spor yapmaya vaktiniz yok? Bilgiye ulaşmanın zaten kolay olduğu bu çağda, bir de bunun üzerine birçok ülkenin saygın eğitim kurumları, kütüphaneler, müzeler, düşünce kuruluşları vb. bir çok dernek, örgüt, kuruluş kütüphanelerini ve diğer bilgi kaynaklarını tüm kullanıcıların serbest kullanımına açmışken, hemen hemen tüm sanat dallarında ücretsiz eğitimler kullanıcılara sunulmuşken gerçekten sizin tercihiniz bu 1-2 saati uyuyarak ya da televizyon başında geçirmekse, kusura bakmayın ama sizin şikayet etmeye hakkınız yok.
Bugün kullandığımız torbasız elektrik süpürgelerinin mucidi olan ve ilk ürününü yaratana kadar tam 5 bin 127 adet başarısız süpürge prototipi ortaya çıkaran James Dyson’ın da, Ömrü cephelerde, savaşlarla, kimi zaman hastalıklarla geçen ve “Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bugün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım.” diyen ve en az 3.997 (bu sayının sadece notlar aldığı ve tespit edilebilen kitapların sayısı olduğu bilinmektedir.) kitap okuduğu bilinen Mustafa Kemal Atatürk’ün de, bilim dünyasında bir çok ilklerin kadını olan, not defterleri o kadar çok radyasyona maruz kaldığı için, bugün bile ancak kurşun kaplı bölmelerde muhafaza edilip sadece radyoaktif koruma altında incelenebilen Madam Curie’nin de, çoban Mahir’in de 24 saati vardı. Onlar sadece bu zamanı nasıl kullanacaklarını seçtiler. Neyi hak ettiklerini, nasıl bir hayat yaşamak istediklerini seçtiler. Tutkularının peşinden gittiler. Bu tutku kimini inandığı mücadele için cepheye sürükledi , kimini radyoaktif ışınlarının ortasına. Ama durmadılar çünkü hayalleri vardı. Sahi sizin hayaliniz ne? Emekli olup küçük bir Ege kasabasına yerleşmek diyecekseniz eğer, bilmelisiniz ki bu bir hayal değil, bir son.
Bugün adını andığımız, pozitif bilimlere, sosyal bilimlere katkısı olan, sıfırdan başlayıp çok zengin olan, başarı hikayeleri kitap yapılan, filme çekilen insanların kimi uykusundan, kimi arkadaşlarından, kimi ailesinden, kimi memleketinden, kimi sağlığından hatta tarihin belli dönemlerinde canlarından vaz geçtiler. Ama biz uykumuzun bir saatinden, televizyondan ya da elimizdeki telefondan vazgeçemiyor, sonrasında da “hayat adil değil” diyerek ömrümüzün en ucuz, en samimiyetsiz tespitinde bulunuyoruz. Evet hayat adil değil, bu yüzden bir ülkenin en zengin ailelerinden birine mensup olup, bir havayolu şirketi kurmak bir başarı hikayesi değil sadece ticari bir başarıdır. Eğer sen bunu yapabilirsen işte bu bir başarı hikayesidir ve dünya böyle başarı hikayeleriyle doluyken buna imkansız dersen, gün gelir benzer bir başarıyı yeni yakalamış biriyle ilgili sosyal medyada içerik paylaşırken bulursun kendini.
Unutmayın ki dünyada başka kimsede olmayan bir bilgi ya da yeteneğe sahip olmadığınız sürece kimse sizi kolunuzdan tutup zirveye ya da hayallerinize taşımayacak ve beklediğiniz, sizi önüne katıp zirveye taşıyacağını zannettiğiniz o rüzgar da hiç esmeyecek. O yüzden siz en iyisi asılın küreklere. Gideceğiniz yere varamasanız bile en azından bir sonraki deneme için kollarınız kuvvetlenecektir.
https://www.aa.com.tr/tr/yasam/burnuyla-yazdigi-kitabi-7-yilda-bitirdi/572992
https://www.egitimajansi.com/haber/cemisgezekten-robert-kolejine-haberi-65018h.html
https://www.anitkabir.com.tr/Magaza/Urun/152/ataturkun-okudugu-kitaplar-24-cilt



Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.